XVII. Yüzyılın ikinci yarısında Kırklareli’yi ziyaret eden Evliya Çelebi, şehrin adından “Kırkkilise” olarak bahsederek, şehirle ile ilgili;

“…Dükkânları şehre göre azdır. Amma, bedesteni mamurdur. Yer yer sebil ve hayat suyu çeşmeleri var. Özetle şehir içinde köprü başında iki musluktan akan bir hayat suyu vardır. Bir çeşme üzerinde aydın kişilerin devam ettiği bir kahve var. Evleri kiremitlidir. Şehir bir bayır dibinde kurulmuş olup; kıble tarafı saf bağ ve bahçeler ve köyler ile süslüdür. Kıble tarafındaki mezarlığın acayip bir tarzda sivri sivri uzun taşlardan alametleri var. Halkı ehli zevk adamlardır. Yirmi bin kadar bağı var. Suyu üzümlü olur. Müsellesi, pekmezi ve köftesi (köftürü:üzüm pestili) gayet meşhurdur...” 

Yılın büyük bir kısmını İstanbul’da geçiren bir Kırklareli’li olarak memleket denince aklıma ilk gelenler her zaman köfte, yoğurt, hardaliye, peynir çeşitleri, doğal sebze ve meyveler olur. Trakya bölgesi son yıllarda istikrarsız yapısal reform denemeleri sebebiyle mevcut politika yapıcılar tarafından da ne yapıldığı bilinerek ele alına bir bölge maalesef olamadı.

Karşılaştırmalı kişi başı milli gelire baktığımızda Kırklareli’nin 2004 yılından beri Türkiye ortalamasının üzerinde iken 2017 yılında 61 TL farkla ilk defa altında kaldığını görüyoruz. Görüldüğü gibi henüz hala kendisini Kırkkale ile karıştıran vatadaşlarımız olmasına rağmen Kırklareli aslında 2017 verilerine göre kişi başına düşen milli hasılası en yüksek 11. ilimiz olarak potansiyelini bir kez daha kanıtlamaktadır. (Tabii bu noktada ülke genelinde de büyük önem arz eden gelir dağılımı eşitsizliği konusunu ayrıca analiz etmek üzere ayrı tutuyorum)

Kırklareli’de özellikle Kesimoğlu Başkan zamanında çok önemli alt ve üst yapı yatırımları yapıldı ve şehrin eksikleri giderildi. Sakin yapısı, ülke genelindeki hoşgörüsüz yaşam şeklinde uzaklığı, demokrat ve açık fikirli yapısıyla Kırklareli yaşanabilir şehirler arasında önde geliyor. Buraya kadar herşey güzel, ama:

Türkiye ekonomisinin girdiği çıkmazsan kurtulması için sürekli zikredilen yapısal reformlar kavramının içine baktığımızda hemen hemen her aklı başında iktisatçının üzerinde hem fikir olduğu konu ekonominin iyi büyüme oranlarına ulaştığı ve ivmesinin fazla olduğu dönemlerde oluşan kaynakların hemen hepsinin inşaat sektörüne aktarılması nedeniyle betonarme bir ekomiyi kucağımızda bulmak oldu.

Sonuç olarak hem ekonominin kendisi hem de aktörlerinin hem fiziksel olarak hem de kavramsal olarak nefes alamadıkları bir durumla karşılaştık ve hala bu duruma bir çözüm bulmaktan çok isim bulmaya çalıştığımız “slogan ekonomi yönetimi” teknikleriyle yolumuzu bulmayı umuyoruz.

Bu konulardan hareketle Kırklareli’nin bulunduğu nokta ve potansiyeli düşünüldüğünde çok dikkatli olunması gereken bir döneme geldiğimiz kanaatindeyim. İstanbul’un kuzeye doğru genişlemek zorunda kalması ve rantın giderek azalması Kırklareli’yi hemen yanıbaşında duran ve aşırı tüketilmek istenen bir yatırım potansiyeli olarak öne itiyor. Herşeyden önce Kırklareli’nin bir tarım ve hayvancılık şehri olduğu unutulmadan yeni yatırımlar bu yapıyı bozmayacak, tam tersine destekleyecek ve iç pazardan çok ihraç odaklı dış pazarlara dönük üretilecek kaliteli ürün ve turizm hizmtleri sağlayabilecek şekilde yönledirilirse sağlıksız bir büyümeden kaçınılabilir.

Aldığı öğrenci göçü ise özellikle kültürel hizmetler anlamında ciddi bir iç tüketim pazarı potansiyeli oluşturmasına rağmen şehirde hala ihtiyacı olan düzeyde toplu bir kültür merkezi olmaması büyük bir eksiklik. (Sadece İstasyon Binası’nun geldiği metruk durum bile bu konudaki endişelerimin vücut bulmuş hali olarak gün ve gün daha da çöküyor.) Baktığınızda şehrin en önemli bölgesi olan İstasyon Caddesi’ndeki kentsel dönüşüm problemleri dahi çözülememekte ve bu problemlerin bu bölgede yaratacağı tahribat, rahatsızlık ve etrafındaki dükkanlara yaratacağı ekonomik kayıp göz ardı ediliyor gibi.

Son Söz’ü Sayın Ege Cansen’e vermek istersek: Sorunu dert edinmeyen, “Sorun yapısaldır” der.