Üniversite tercih döneminde Kırklareli’de Radyo Televizyon bölümünü tercih etmek isteyen öğrencilere medya sektöründe olan birinden ufak tefek notlar. Günümüzde medya dünyasını en fazla meşgul eden konulardan birinin küreselleşme olduğu söylenebilir. Bu noktada radyo televizyon yayıncılığının iki yüzünden söz etmem mümkündür.

Bunlardan ilki, ekonomik ve teknolojik belirleyicilerin kılavuzluğunda küresel çapta yayılmayı sürdüren ve somut sonuçlarıyla gerçekliği daha belirgin izlenebilen radyo televizyon yayıncılığı boyutudur. İkinci olarak ise tartışmalarında ana malzemesini oluşturan düşünsel tabanı nedeniyle, daha soyut yorumlanabilecek olan, içerik ve sunuş şekliyle ilgili boyutu verilebilir.

Radyo televizyon yayıncılığının uluslararasılaşma sürecinde iki farklı görüşten söz edilebilir. Bunlardan ilki, ticari yayıncılık faaliyetlerini esas alan ve bu çerçevede küresel radyo televizyon yayıncılığına bakan ABD görüşüdür.

İkincisi ise, radyo televizyon yayıncılığını kamusal bir hizmet olarak gören ve içeriğini de kültürel ürünler olarak değerlendiren Avrupa ülkeleri merkezli bir görüştür. Ancak zaman içerisinde küresel anlamda radyo televizyon yayıncılığı noktasında ABD kaynaklı ticari görüşün ağırlık kazandığını söylemek yanlış olmaz.

Öyle ki, Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nden kalma devlet kontrollü televizyon sistemleri bile reklamla beslenen özel girişim televizyonculuğuna dönüşmektedir.

Uluslararası Haber ve Bilgi Akışının Tarihi ve Bu Anlamdaki Gelişmeler

İkinci Dünya Savaşı sonrası bir dünya gücü olarak ortaya çıkan ABD ekonomik büyümenin eski sömürge düzeninden farklı olarak ticari anlamda uluslararası serbestleşmeyle gerçekleşebileceğini benimsemiştir. Bu noktada ilk adımı da savaşın ardından özgürlüklerini yeni kazanmış eski sömürgelerin, eğitimsizlik, işsizlik gibi noktalarda dış desteğe ihtiyaç duyan ülkeler üzerinden atmıştır.

Öyle ki, çok büyük miktarlarda dış yatırım yapan ABD holdinglerinin, uluslararası iş örgütlenmelerini sorunsuz yapabilmeleri için, sorunsuz çalışan bir uluslararası iletişim ağına ihtiyaç duyulmuştur. Bu noktada özgürlüğünü yeni kazanan eski sömürge ülkeleri ABD ve ABD holdingleri için bir fırsat olarak görülmüştür. ABD’nin bu adımı 1970’li yıllara kadar herhangi bir karşıt görüşe maruz kalmamıştır.

Ancak, 1970’li yıllarda ise yapılan yatırımlar sonucu bu ülkelere aktarılan haber ve içeriklerin, ülkelerin ihtiyaçlarıyla uyumlu olmadığı görüşü ortaya atılmıştır. Ayrıca, bu durumun gelişmiş ülkelerin gelişmemiş ülkeleri kontrol altında tutma ve yönlendirme çabası olduğu yönünde değerlendirmeler ortaya çıkmıştır.

Bu durum daha sonra bir çözüme kavuşturulması amacıyla UNESCO’ya taşınmış UNESCO konuyla ilgili yapmış olduğu çalışmalar sonucunda bir rapor hazırlamıştır. Hazırlanan rapor ABD ve İngiltere gibi ülkelerin ciddi tepkisiyle karşılaşmıştır. Yaşanan gelişmeler “haber ve bilginin serbest dolaşımı” ilkesine müdahale edildiği gerekçesiyle ABD ve İngiltere’nin UNESCO üyeliğinden çekilmelerine yol açmıştır.

ABD ve İngiltere rapordaki değerlendirmelerde Sovyetler Birliği’nin ve bazı üçüncü dünya ülkelerinin kitle iletişim araçları üzerinde bir vesayet oluşturma çabası olduğunu ve UNESCO’nun da buna alet edildiğini savunmuşlardır.

ABD ve İngiltere’nin raporun sonuçlarının ortadan kaldırmak amacıyla politik bir adım olarak attıkları UNESCO üyeliğinden ayrılma adımı, ABD ve İngiltere’ye istediği sonucu vermiş, 1989 yılında yapılan 25. UNESCO genel konferansından rapor tüm sonuçlarıyla reddedilmiş ve bu iki ülke yeniden UNESCO üyeliklerine dönmüşleridir. Siyasi tabanlı atılan bu adımlar sürerken, yaşanan teknolojik gelişmeler radyo televizyon yayıncılığını yeni bir düzleme taşımıştır.

Uluslararası medyanın televizyon programlarının küresel dolaşımda izlediği stratejileri ve Pazar hakimiyeti noktasında yerli ortak edinme politikaları çok daha eskilere dayanmaktadır. Amerikan program üreticileri güçlü altyapıları sayesinde, uluslararası pazarlarda hala yüksek satış oranı elde etmektedir. Yapılan çalışmalar, farklı satış çabaları neticesinde ABD televizyon programlarının dünya çapında ekranlarda yer alma oranının %68 seviyelerinde olduğunu göstermektedir.

Haber ve bilginin serbest dolaşımı adına her türlü müdahaleyi bir kısıtlama olarak yorumlayan liberal düşünce, ortak çıkarlara ilişkin dengenin serbest Pazar koşullarında kendiliğinden oluşacağını savunmaktadırlar. Bu noktada medya sahiplerinin farklı alanlarda ticari faaliyette bulunmasına ilişkin kısıtlamaların kaldırılması gerektiği görüşü önerilmektedir. Ancak yaşanan süreç incelendiğinde, aratacağı ileri sürülen rekabet ve özgürlük yerini artan birleşmeler, satın almalara ve daha az medya kuruluşuna bırakmıştır. Ayrıca tekelleşme tehdidi gibi görüşlerin ortaya çıkmasıyla sonuçlandığı da görülecektir.