Kırklareli’de toplum içerisindeki iletişimin ne kadar kuvvetli olduğunu hepimiz biliyoruz. Toplum, insan yığını veya bireyler toplamı değil, aralarında anlamlı etkileşim bulunan bir grup insanı tanımlamak için kullanılır. Yani toplum için olmazsa olmaz olan, tek tek insanlar değil, “iletişim hâlinde olan” insan topluluklarıdır. Tarihin başlangıcından bu yana, insanların kendilerini koruyabilmeleri, ihtiyaçlarını giderebilmeleri, kısacası hayatta kalabilmek için “birlikte olmaları” yaşayabilmek için bir araya gelmeleri, toplumsal etkileşim içinde bulunmaları ancak iletişim ile mümkün olmaktadır. Tarihin her döneminde toplumsal sistemlerin yapısal işleyişleri içinde biçimlenen iletişim, insanlık tarihi kadar eskidir. İletişim süreci içinde değerlendirilmesi gereken, toplumsal yapıdaki kültürel değerler, normlar, semboller, dil sistemleri sürekli güncellenmekte ve değişime uğrayarak dinamik bir yapı arz etmektedir.

İletişim eylemleri giderek bireysel düzeyi aşarak toplumsal değişimlere de ivme kazandırmaktadır. İster bireysel, ister toplumsal olsun, hareket, değişim, dönüşüm, dinamizm gibi bütün eylemler iletişim sistemine dayanmaktadır. Bu sistemin temelini, bireylerin üzerinde anlaştıkları ortak semboller sistemi olan “dil” oluşturmaktadır. İster yüz yüze, isterse kitle iletişimi yoluyla herhangi bir iletinin aktarılması için mesajın içeriğinin üretilmesi gerekmektedir. Bu içeriğin üretilmesi ise belli bir bilgi birikiminin kullanılmasını zorunlu kılar. Bilgi birikimi ise insanlığın deneyimlerinin ortak simgelerle kavramlara dönüştürülmesinden geçer. İnsanın çevresini algılayıp, bazı biçim ve içerikler oluşturarak simgelerle karşısındaki kişiye aktarabilmesi kültürü en önemli taşıyıcısı dil ile olmaktadır.

İletişim, görünürde bir mesaj aktarımı ve alışverişi gibi algılansa da, toplumun yapısal dinamikleri içinde biçimlenen bir kurum olarak, sosyal ilişkileri yönlendiren bir yapısı vardır. Bilgi, duygu ve düşüncelerin en az iki kişi arasında paylaşılması eylemi olduğu kadar, kişi veya grupların tutum ve davranışlarını etkilemeye yönelik bir eylem olarak da tanımlanabilir.

Saint Simon’a göre, iletişim sadece bir noktadan diğerine olan uzaklığı azaltmakla kalmaz, toplumsal sınıflar arasındaki uzaklıkları da azaltır. Dolayısıyla iletişimi etkinleştirmek, “eşitliği ve demokrasiyi sağlamaktır.” Farklı toplumları ve insanları birbirine ulaştıran köprülere ve yollara hayran olan Saint Simon, “dolaşım uygarlığı”na da oldukça determinist yaklaşmaktadır. Simon sadece fiziksel anlamda ağları (yolları ve köprüleri) savunmakla kalmaz, “soyut ağlar” olarak nitelendirilebilecek iletişim ağlarının da yaygınlaştırılması gerektiğini, çünkü bu ağların toplumsal organizmanın uyumlu işlemesinde büyük bir payı olduğunu savunur.

Marx ve Engels’in “Komünist Manifesto”da çağdaş toplumların bir sorunu olarak gördükleri “emeğin özgür olmaması” sorununun çözümü ancak “gelişmiş ülkelerin kuramda ve uygulamada işbirliği yapması” ile mümkündür. Bunun için 1864’te Londra’da açılan ilk işçi enternasyonali “iletişim ve işbirliği merkezi olmak” amacıyla kurulmuştur.

Toplumsal bir kurum iletişim, toplumların evrensel bir özelliğidir. İletişimin geniş, heterojen ve bilinmeyen bir izleyiciye doğru yönelmiş şekli olarak tarif edilebilen kitle iletişimi ise yine ancak topluma özgü bir mesaj alış veriş biçimidir. Kamusaldır. Çünkü iletişim kaynağından gönderilen iletiler halkın izlemesine açıktır.

İnsanın biyolojik bir varlık olmaktan çıkıp, duygu, düşünce ve inançlarını çeşitli semboller kullanarak kendisiyle ve çevresi ile paylaşmaya başlaması, yani toplumsallaşma dediğimiz, içinde yaşadığı toplumun bir parçası olma süreci ancak iletişim ile mümkün olmaktadır. Bu nedenle iletişim, bireyden topluma, toplumdan toplumlararası ilişkilere kadar, günlük hayatın kurgulanmasında ve toplumsal kurumların oluşmasının her aşamasında hayati bir rol üstlenmektedir.

Toplumsallaşma, bireylerin kendi toplumlarının değerlerini, tutumlarını, örf ve âdetlerini kazandığı, içselleştirdiği, aynı zamanda her bireyin belirgin ve farklı bir kişilik geliştirmesine fırsat tanıyan bir süreç olarak tanımlanabilir.

George Simmel’e göre toplumsallaşma, bilim dalı olarak sosyolojinin ilgi alanına giren tek özel alandır. Sosyoloji, ekonomi, ahlak, tarih, psikoloji, antropoloji, iletişim gibi alanların sadece davranışsal temelli etkileşimleri, yani toplumsallaşma üzerinde yoğunlaşır. “İnsanlara ne oluyor?”, “İnsanlar hangi kurallara göre yaşıyor?” sorularına cevap arar. “Tüm insanların davranışı bireylerin davranışları olmasına rağmen, bunların çoğu bireylerin grup ilişkileri açısından açıklanabilir”

Bireyin kişilik kazanarak belli bir toplumsal çevreye hazırlanması, toplumla bütünleşmesi süreci olarak tanımlanan toplumsallaşma “sosyal” teriminden türetilmiştir. ‘Sosyal’ terimi Latince socius sözcüğünden gelmektedir. Socius’un anlamı ‘birliktelik’, ‘birlikte oluş’tur. Birisi gibi nasıl davranılacağını öğrenmek ve bir socius olmak içgüdüsü bireyde doğuştan var olan bir durumdur.