Kırklareli Üniversitesi öğrencileriyle görüşmemizde paradokslar üzerine çalışma yaptık. Etimolojik olarak Latince modernus kelimesinden gelen modernlik kelimesi “şimdide olan, hali hazırda bulunan” anlamına gelirken antique kelimesi ile karşıt anlamlıdır. Zamansal farklılıklara dayalı bu karşıt ilişkinin tarihsel olarak eski ve yeni toplum düzenleri arasındaki kopuşları tanımladığını biliyoruz. Dünyasını eskilerin açtığı yoldan kurmaya çalışan Yunan ve Romalılar için modernus bir gerileme ve dejenerasyon anlamına gelir.

Bununla birlikte yeni bir milat misyonu ile sahneye çıkan Hristiyanlık, pagan antikiteden kendini ayırmak için modern’de konumlanır. İsa’nın Tanrı olarak ikinci inişine kadar geçen süreçte insanları doğru yolda tutacak “yeni” bir dünya görüşü modernliğin güncel kullanımının başlangıcını oluşturur. Hristiyanlığın sonsuz bir hayata insanlığı götürme arayışı, geçmişteki hataların ve geleceğin belirsizliklerinden arınmış bir teolojik-tarih anlayışına hayat verir. Bununla birlikte Hristiyanlığın kurucu ethosu yerleşiklik kazandığı ve Katolik Kilisesinin merkezinde bir rejim imal edildiğinde antik-modern düellosunda yeni bir aşamaya girişilir. Yukarıda bahsettiğimiz devrimlerin aktörü olarak burjuvalar şimdinin yeni bayraktarı olarak tarih sahnesine çıkar.

İnsanların tarihini kilisenin teolojik boyunduruğundan kurtarmakla birlikte burjuvalar Hristiyanlık’ın modernliğe yüklediği kurucu misyonu devam ettirir. Burjuvaların iktidarının da, tıpkı kendisinin yaptığı gibi, farklı karşı devrimciler yarattığını söylemeye gerek dahi yoktur. Bununla birlikte burjuvanın özgünlüğü “şimdiyi” artık sonsuzluğun zoraki bekleyişi olmaktan çıkarması ve şimdiye yeni dünyalara tomurcuklanan bir tarihsellik yüklemesidir: “Modernite ile kast ettiğim bir yarısı sonsuz ve değişmez olan sanatın, gelip geçici, ele avuca sığmaz, koşullara bağlı olan diğer yarısıdır” Şimdinin tarihselliği, modernliğin herhangi bir dünya görüşü vaz etmediği anlamına kesinlikle gelmez ancak mevcut dünyanın hiçbir zaman en iyisi olmadığı ihtimalini unutmaya da izin vermez.

Modernliğin paradoksal doğasını en iyi ifade eden çalışmalardan biri Marshall Berman’ın Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor isimli kitabıdır. Berman’a göre bir dünya kurma etkinliği olarak modernlik insanın önüne serilen birçok imkan ve zorluk arasında kendi hikayesini kaleme almasıdır. Yaratım ve yıkım, ilerleme ve çürüme yan yana yürürken, Marx’n deyişiyle, “nesnelerin üzerlerindeki kutsal hale” çekip alınmıştır.

Modernlik insanın feth etmesi ve kendi elleriyle boşaltması ve yeniden doldurması gereken bir evren tahayyülüne hayat verir: “Modern olmak bizlere serüven, güç, coşku, gelişme, kendimizi ve dünyayı dönüştürme olanakları vaat eden; ama bir yandan da sahip olduğumuz her şeyi, bildiğimiz her şeyi, olduğumuz her şeyi yok etmekle tehdit eden bir ortamda bulmaktır kendimizi”. Bu bağlamda Newton’un sonsuz hareketi sistemleştiren mekanik doğa tasarı dahi aslında modern insanlar aleminin parçalayıcı ve bir araya getiren radikal ilişkilerine kök salmıştır.

Berman’a göre modern insan yükselmek ve başka biri olmak için ruhunu şeytana satmış Faust’a fazlasıyla benzer. Goethe’nin destansı kitabında değişim ve yıkımın hızından hem büyülenen hem de dehşete kapılan kahramanımız kendi küçük kasabasından yola koyularak bütün ülkeye yayılan bir alt üst edişin mimarı olur. Berman’a göre Faust’un trajik öyküsü ilerlemenin imkan kadar felaketleri peşi sıra getirdiği çelişkili zemininde tamamlanmamış ve tamamlanmaması gereken bir insanlık durumunu anlatır:

“Faust bir eleştiri olduğu kadar bir meydan okumadır da-Goethe’nin dünyasından daha fazla bizim dünyamıza meydan okumadır-insanın gelişme uğruna değil gelişmelerin insan uğruna olacağı yeni modernlik tazlarını tahayyül etmek ve yaratmak için bir çabadır. Faust’un tamamlanmamış inşaat alanı, hepimizin yerleşip kendi hayatlarımızı kurmamız gerekn canlı ve bir o kadar da kaygan bir zemindir”

Modernliğin “dünyanın büyüsünü bozduğu” artık klasikleşmiş argümanlardan biridir. Max Weber’in genellikle yanlış yorumlanan bu ifadesi, belirli bir değer merkezinde anlamlandırılan şeylerin artık kendinde bir varlık olamayacağını savunur. Yani insanlar hayatın tesadüfiliğini bir amacın, nedenselliklerin ve beklentilerin içinde düzenledikleri andan itibaren doğa kültüre dönüşür ve her sembolik düzen aslında dünyanın büyüsünün bozulması pahasına ortaya çıkar. Dolayısıyla dünyanın büyüsünü modernler kadar Aztek, Romalılar veya İslam uygarlığı da bozmuştur. Modern öncesi dünyanın sadece kozmogonik bir başlangıç olarak işlediği büyü bozumu modern dünyada mutat hale gelir