Daha önce her toplumun kendi kültürü olduğunu ifade etmiştik. Kültür, Kırklareli’de de farklı etkenler çerçevesinde şekillenir. Bugün bunu anlatacağım. Kültür kavramını açıklamaya çalıştığımızda karşımıza birçok tanım çıktığını görebiliriz. Düşünceyi geliştiren, zevki incelten, eleştiri anlayışını geliştiren bilgilerin tümü (yani genel kültür) anlamına geldiği gibi, bir etnik gruba, bir ulusa, bir uygarlığa niteliklerini veren olguların tümü (Batı kültürü gibi) ya da bir toplumsal grupta bir kimsenin davranışlarını niteleyen, o kişiyi bir başka toplumsal tabakanın insanından farklı gösteren konuşma, hareket, giyim-kuşam belirtilerinin tümü (örneğin burjuva kültürü) anlamlarına da gelebilir. Bizim için kültür, her toplumun kendisini diğerlerinden farklılaştıran düşünce ile eylem modellerinin ve kendi özgül anlam çerçevesi içinde yaratıp kullandığı araç ve gereçlerin soyut bir bütünüdür.

Yani kültür,bir yandan bireylerin toplumsal yollarla edindikleri ve toplumsal yollarla ilettikleri bir değer, yargı, inanç, simge ve davranış ölçütleri düzeninden, diğer yandan da, böylece ortaya çıkan geleneksel davranış kalıplarının simgesel ve maddi ürünlerinden oluşur. Birey bu düşünce, değer, davranış ve eylem modellerini, gerçek toplumsal yaşam içinde dolaylı ve dolaysız yollardan öğrenir. Böylece kültür aynı zamanda, diğer kuşaklardan günümüze ulaşan bir toplumsal mirastır. Bugünün kültürü, geçmiş kuşakların çabalarının ve deneyimlerinin ürünü olduğu gibi, yaşayan kuşakların deneyim ve katkılarından yararlanarak zenginleşme olanağına da sahiptir.

Kültür böylece öğrenme yoluyla, bazen de oluşturduğu gelenekleri de kullanarak, sonraki kuşaklara ulaşır. Belirli bir kültürü paylaşan toplumun üyeleri, genellikle paylaştıkları bu kültür bütününün bilincindedirler. Bilinçli bir nitelik taşıyan bu kültür türüne karşılık, bireyler farkına varmadan da kültürü yaşarlar. Bu tür kültür unsurlarına verilecek en iyi örnek, bizi, biz farkında olmadan da belirli bir yön ve biçimde düşünmeye yönelten dildir.

Konuyu ilginç arkeolojik verilerle daha detaylı incelemek mümkündür: Bilgilerimize göre insan, dünyamızdaki biyolojik türlerin en sonuncusu olarak yeryüzünde görünmüştür. Yazılı tarih öncesi bilimi, insan toplumlarının çevrelerine uymalarını ve çevrelerini kendilerine uydurmalarını sağlayan insan yapısı ve insanın bedenine yapışık olmayan araç ve gereçlerdeki gelişmeler sayesinde, bu türün varlığını sürdürüp sayısının çoğalması sürecini gözleyebilir. İnsan türü, daha çok yaşam için yararlı araç gereçlerini geliştirmesi sayesinde varlığını sürdürmeyi ve çoğalmayı başardı.

Diğer hayvanlar gibi insan da, dış dünyayla etkileşimini, ondan geçimini sağlamasını ve onun tehlikelerinden kaçmasını, başlıca araç ve gereçleri aracılığı ile başarır; yani kendini çevresine uydurur hatta çevresini ihtiyaçlarına göre düzeltir. Fakat insanın araç gereçleri diğer hayvanların araç gereçlerinden oldukça farklıdır. Diğer hayvanlar tüm araç gereçlerini bedenlerinin bölümleri olarak üzerlerinde taşırlar; tavşanın toprağı kazmak için pençeleri, aslanın avını parçalamak için pençe ve dişleri, çoğu hayvanların kendilerini soğuktan koruyan kıllı ya da kürklü giysileri hep yanlarındadır. Hatta kaplumbağa evini sırtında taşır. İnsanın bu türden pek az araç gereci vardır ve bunlardan da yazılı tarih öncesi zamanlarda sahip bulunduğu bazılarını atmıştır.

Onların yerini, beden-dışı organlar, kendi iradesi ile yapıp kullanıp bıraktığı organlar almıştır; insan toprağı kazmak için kazmalar ve kürekler, av hayvanlarını ve düşmanlarını öldürmek için silahlar, ağaçları kesmek için keserler ve baltalar; soğuk havalarda kendini sıcak tutması için giysiler, kendine barınak olarak tahta, kerpiç ya da taş evler yapar. Bazı çok eski insanlar, gerçekten büyük çene kemikleri üzerinde oldukça tehlikeli silâhlar olabilecek fırlak köpek dişlerine sahiptirler, fakat bunlar çağdaş insanda yok oldu; bizim diş takımımız öldürücü yaralar açamaz.

Öteki hayvanlarda olduğu gibi elbet insanın araç gereçlerinin de tümüyle organsal olan bir temeli vardır. Bu iki sözcükle özetlenebilir: Eller ve beyin. Beyin ve eller dışındaki insan araç gereçlerinin, beden-dışı ve bedenden ayrılabilir bir nitelikte olmasının açık üstünlükleri vardır. Bunlar öteki hayvanların araç gereçlerinden daha kullanışlı, daha uygundurlar. Öteki hayvanların araç gereçleri sahibinin özel bir çevrede özel koşullar altında yaşamasını kolaylaştırır. Dağ tavşanı renk değiştiren postu sayesinde karla kaplı tepelerde kışı rahat ve güvenlik içinde geçirir; ama sıcak vadilerde bu postu kendisini tehlikeli bir biçimde göze çarpacak duruma sokar.

İnsanlar daha sıcak iklimli bir yere giderlerse, sıcak tutan giysilerini çıkarıp giydiklerini o bulundukları yere göre değiştirebilirler. Bir tavşanın pençeleri iyi kazıcı aletlerdir, fakat silâh olarak bir kedinin pençeleri ile yarışamazlar, öte yandan kedinin pençeleri de toprağı kazmada kötü küreklerdir. İnsan ise hem alet hem silâh yapabilir. Özetle, bir hayvanın kalıtımsal araç gereçleri hemen her türlü çevrede sınırsız sayıda işleri görecek biçimde düzenlenebilir.

Araç gereçlerin bu üstünlüklerine karşılık, insan, yalnızca araç gereçleri kullanmayı değil, aynı zamanda onları yapmayı da öğrenmek zorundadır. Bir civciv kısa zamanda kendisini, tüyler, kanatlar, gaga ve pençelerle donanmış bulur. Elbette bunları kullanmayı, örneğin tüylerini nasıl temiz tutacağını öğrenmek zorundadır. Fakat bunu öğrenmesi çok kolaydır ve fazla bir zaman almayacaktır