Kırklareli’de öğrenmenin sonu yok. Ne yazık ki bazı sosyal olguları da bu yolla öğreniyoruz. İşçi sınıfından gelen çocukların yine işçi sınıfına özgü işleri seçmelerine yönelik yapılan açıklamalar, genelde bu çocukların okul başarıları düşük olduğu için entelektüel yetersizliklerini kabullendikleri ve kendilerine fazla olanak sunmayan işlere yöneldiklerini söyler. Ya da alt sosyo-ekonomik sınıftan geldikleri için yüksek statülü iş seçmek için yeterli zeka ve beceriye sahip olmadıklarını kabullenmek zorunda oldukları ileri sürülür. Ancak Paul Willis İngiltere’nin Birmingham şehrinde yaptığı bir araştırmada işçi sınıfından gelen öğrencilerin zannedildiği gibi sistemle uyumlu ve üzerlerindeki otoriter güçten habersiz olmadıklarını göstermeye çalıştı.

Willis’e göre kendilerine “hergeleler" diyen bu öğrenciler okul idarecileri ve öğretmenlerle çatışmaya girmekten zevk alıyorlardı. Uyumlu olmak bir yana otoritenin zayıf noktaları çok iyi tespit edebiliyorlardı. İçlerinden birinin öğretmen tarafından kovuşturulacağını düşündüklerinde başkaldırmak üzere oldukları görüntüsü vererek öğretmenin dikkatini dağıtıyorlardı. Çünkü bu öğrenciler, yoksul bölgelere mahsus “sokak bilgeliği” diyebileceğimiz ve okulun kazandırdığı bilgi ve becerilerden çok farklı bir deneyime sahiptiler.

Ancak yine de hepsi okulu bitirip tamircilik, badanacılık, halı döşeme gibi kol gücü gerektiren ve kalifiye olmayan işlerde çalışmak için sabırsızlanıyorlardı. Bu öğrenciler içi sınıfına özgü işleri kendi tercihleriyle nasıl ve neden kabul ediyorlardı? İşçi olduklarında da aşağılık duygusuna kapılmıyorlar ve hatta okula karşı olduğu gibi işe karşı da “reddedici bir üstünlük tavrı” sergiliyorlardı. Willis’e göre bunların bu tür işlerde çalışmaları, “okul-karşıtı kültürlerinde yarattıklarına oldukça benzeyen -şakacılık, hazır cevaplık ve gerektiğinde otoritenin bir şey talep etmesini engelleme becerisi gibi- kültürel özellikler içerir”

Bu kültürel içerik işçiliğin ve düşük statülü işlerin belli toplumsal gruplara özgü işler olması sonucunu doğurur. İşçiliği öğrenen bu öğrenciler bedensel işleri “kutsadıkları” bir kültürü ebeveynlerinden miras alıyor ve okul karşıtı bu kültürü yeniden üretiyorlardı.

İşçiler evlenip aile sahibi olduklarında yaptıkları işlerde çalışmaya mahkum edildiklerini anlayarak eğitim hayatlarında yüksek statülü işler için çaba harcamadıklarına pişman oluyorlar. Kendi çocuklarının aynı yanlışı yapmamalarını sağlamak için uğraşsalar da kalifiye işlerde çalışma kültürü çoğunlukla galip gelmekte ve yeni nesiller de işçiliği öğrenmeye devam etmektedir. Bu noktadan hareketle, okulun formel ve enformel süreçleriyle emek gücü oluşturmaya etkisi olduğu kabul edilse de, işçi sınıfı deneyiminin kendisinin emek gücünün sürekli olarak yeniden üretilmesinde daha fazla etkisi olduğu görülmektedir

Eleştirel pedagoji Marksist eğitim kuramından beslenir ve çatışmacı kuramın çağdaş bir yorumu olarak değerlendirilir. Bu yaklaşım, eğitimi iktidar ilişkilerinin yeniden üretildiği bir alan görmekle birlikte demokratik bir dünyaya ulaşmak amacını güden eylemliliğe de imkan sağlayabilir. En önde gelen temsilcileri Paulo Freire, Michael W. Apple, Henry A. Giroux ve Peter McLaren’dir. Eleştirel pedagoji 1960’larda Paulo Freire tarafından geliştirildi ve eğitim kuramlarına dahil oldu.

Giroux eğitimin değişim imkanını şöyle açıklar: “Eğitim, kişinin değerinin sıklıkla cins, ırk, yurttaşlık ve dil gibi ayrıcalıklı kategoriler vasıtasıyla ölçüldüğü bir toplumsal düzende öteki olarak addedilenlere yönelik kötü muamele, dışlama ve küçük düşürmeyi reddeden ve şiddetin minimize edilebileceği bir dünya tahayyül etmemize yardım eder.” Eleştirel pedagoji yaklaşımının eğitime yüklediği bu aktivist anlam onlara göre eğitim sisteminin kendisinin ürettiği bir özelliktir. Çünkü, Apple’e göre, eğitim bir taraftan iktidar ilişkilerini yeniden üretirken “sapma kategorilerini” de üretiyor. Okullarda egemenlerin ideolojileri ve kültürleri aktarılırken bunlara karşı bir direniş de oluşur. Özellikle işçi sınıfının ve alt sosyo-ekonomik sınıfın çocukları okul dünyasını reddederler. Bilinçli bir karşı koyma davranışı olmasa da informal davranışlarla sisteme içgüdüsel olarak direnirler. Okul terk, ders çalışmama, tembellik yapma vb. davranışlar aslında bu karşı koyuşun farklı şekillerde ifade edilmesidir.

Bahsi geçen demokratik dünya, ayrımcılıklara karşı eşitlikçi bir dilin inşasıyla mümkündür. Eleştirel pedagoji yaklaşımına göre dil, asla salt bir iletişim aracı değildir. Neoliberalizm bireyleri birbiyle rekabet eden unsurlara indirgeyen ve demokratik değerlere zarar veren bir dil yerleştirmektedir. Bu dil eşitlikçi yurttaşlık anlayışına zarar vermektedir. Bu sebeple “eleştirel pedagoglar için dil, egemen iktidarın halka ve ezilenlerin çıkarlarına karşı kullandığı bir formattan çıkarılıp muhalif bir eksende yeni bir demokratik mücadelenin aracı olarak okullarda direniş biçimlerine çağrı yapan bir şekil almalıdır.” Yeniden bir dil inşası için, Freire de ezilenlerin direnme biçimlerini anlamak amacıyla dillerini çözümlemek gerektiğini vurgular.